Daha önce anlatımı, tutumu ve sahip olduğu kişiliği ile gazetemizde dikkat çeken röportajlar arasında yer alan Gizem Aslan bu kez Andromeda isimli eseri ile ilgili bilinmeyenleri anlattı. Yine samimi cevaplarıyla dikkat çeken Gizem Aslan ANDROMEDA ile duygulara tercüman olacak gibi görünüyor. Yalnızlık içindeyken içimizden fışkıran yeni bir dünyanın varlığı ile bizi tanıştıran ve kaçtığımız duyguları dışa vurmamıza ön ayak olacak olan bu eser şimdi kitap satan her yerde.
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Gizem Aslan kimdir?
Medeniyetler şehrinde (Hatay) doğan bir kadın, bir çocuk, bir insan; güzel, çirkin, seksi, umursamaz, takıntılı, inatçı, iyimser, güçlü, zayıf, sakin, cadı ya da melek. Aslında herkes ne ise ben o’yum. Şey’im; bir varlığım Aynaya baktığımda gördüğüm: zarif bir yetenek. Hem ürkek bakışları olan bir ceylan hem de yırtıcı bir kaplan. Oldukça inatçı bir dağ keçisiyim. Tek bir kelime ile ‘Sıradan’
Gizem Aslan olmamı sağlayan çok fazla çukur, engel, ölüm, insan çıktı karşıma. Korkmamayı öğrendiğim zaman var olmayı öğrendim. İsmimi ailemden aldım ancak içini dolduracak olan bendim. Bunu keşfettiğim zaman Evren bana gülümsedi. Bana özgürlüğün kapısını açtı sonuna kadar. Özgürlük sorumluluk getirir. Mücadelem beni durdurabilecek her şeyden daha güçlü.
Yazarlık hayatınız nasıl başladı? Size öncülük eden bir isim var mı?
‘Yazar’ kelimesi benim için ağır bir kelime çünkü bu kelimenin hakkını vermek gerektiğini düşünüyorum.
Bu soru hem basit hem çok zor benim için çünkü ‘Kim’ olduğumu sorgulamaya çocuk yaşta başladım. Babamın doğu görevi için mecburen Muş’ta yaşadığımız dönemlerde çocukluk yıllarım geçti. Orası çok soğuktu ve kışları musluktan akan suyun dikit halinde donup kaldığını hatırlıyorum. Müstakil bir evde yaşıyorduk. Kışı çok sevdiğimi evin kapısı açıldığında kazma kürekle aşmak zorunda olduğumuz bembeyaz güzellikte keşfettim. Bizim evimizi yaz kış ısıtamayan bir gerçek vardı. O zamanlar hayal gücüm bunu kendi eksikliğime kanatlar çizmekle geçiştirmeyi (alt etmeyi) başarıyordu. Ana sınıfını iki sene okudum. Renkleri öğrenemediğim için renk körü olduğumu düşünüp doktora götürdüler. Bir sorun olmadığı anlaşıldı.
Birinci sınıfa gittiğimde sınıfımı kendim seçtim -galiba bu benim ilk özgür seçimimdi o yaşta-. 1/B sınıfına adımı yazmışlardı. Sınıf dar çocuklar tuhaf bakıyor ve öğretmen cadı denilebilecek kadar iyiydi ( bana tepeden bakıp kendince beni ikna etmeye çalışıyordu.) Ben de gidip 1/A sınıfına girdim ‘ Ben burada olmak istiyorum’ dedim. Sanırım bu benim kendim olmakla ilgili attığım en cesur adımların ilkiydi. İkinci sınıfa geçtiğimde bana sayıları vagonlarla anlatan siyah saçlı güzel kadın yerine ortalama yaşın üstünde sert bir kadın geldi. Ödevlerini yapmayanları har sopasıyla dövmeyi seçen ilginç bir disiplin anlayışı vardı. Sıfatları anlamadığımı söylediğimde tüm sınıfın önünde argo kelimelerle beni rencide edip aşağıladı. İlk o zaman tüm sınıf bana bakarken ‘ağlamayacağım’ dedim. Öyle tutmuştum ki kendimi yüzümdeki mimikler robotlarınkine benziyordu eminim. Ancak şimdi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okumamı ve sıfatların ne demek olduğunu anlamamı ona borçluyum. Nasıl hırs yaptırmış bana. Tekrar görecek olsam ellerini öperim sevgi anlayışının sevgisizlikten kaynaklandığını anladığım için.
Yazmak benim için ‘kader çizgimi deşmek’ olarak tanımlanabilir kısaca. Bu biraz bir ejderha ile öpüşmek kadar hayalperest biraz da dikenlere basarak yürümek kadar acı dolu ve gerçek. Kurduğum karakterlere âşık olup onlara inanmak ya da inanmamak arası bir yer: Araf. İlk okuduğum kitap ve benim düşsel dünyam ‘’Kibritçi Kız’’ ile başladı. Daha sonra 5. Sınıfta resim yarışmasında kazandığım Gülten Dayıoğlunun ‘’Ganga’’ isimli kitabıyla hayal gücüm arşa çıktı diyebilirim. Yazarın kitaplarını kusana kadar okudum (ciddiyim defalarca okumaktan kustum ) ilkokul zamanları fantastik kitaplar okumak daha çok hoşuma gidiyordu. Lise zamanları okumam abartılı olmaya başlayınca(haklı olabilirler ancak haklılık her zaman doğru değildir.) durağım doktor oldu yine.
Gündelik işlerimi aksatacak kadar kitap okuyunca doğal olarak gözlerim bozuldu ve şahane gözlüklerle tanışıklığım başladı. Bin sayfalık kitapları iki günde bitirmeye başladığımda neredeyse üç saat uyuyordum. ‘Hastasın sen’ diyen kardeşim çıldırıp kitabımı duvara fırlatmıştı. Sevgili doktorum ve sevgili babacığım bana bir ay kitap okumayı yasakladığında ağlaya ağlaya elimdeki okuduğum tüm kitapları verip yerine yeni kitaplar aldım. Yine isyan! İlk fantastik roman girişimim lisede oldu. Hayal gücüm arşa yükselmişken ve dikenler çıplak ayaklarımı yeterince acıtmıyorken kural, imla, düzen bilmeden sadece yazmaya başladım.
Andromeda isimli eserin ismi nereden geliyor?
Andromeda aslında Andromeda takım yıldızını içinde bulundurduğu bir Galaksidir. Türkçedeki karşılığı zincire vurulmuş kız anlamına da gelmektedir. Andromeda Takımyıldızı’nda bulunan bir sarmal galaksidir. Aynı zamanda bir Yunan Tanrıçası ismi. Tabi benim kitabımın isminin bu olmasının nedeni galaksiden yola çıkıyor. “Her insan bir dünya” deriz, hayır her insan bir galaksidir. İçinde bilemeyeceğimiz kadar orman, okyanus, çöl, karadelik, yaşam kaynağı bulunan uçsuz bucaksız bir galaksi. Kitap bundan dolayı acaba astroloji ya da uzay ile ilgili konular olduğunu düşündürtüyor ancak manevi anlamda kullandığım için gökbilimi yer almıyor.
Andromeda isimli kitabınızın vermek istediği mesaj nedir?
İnsanın her yönünü ancak en çok dipsiz bir karadeliği simgeliyor Andromeda. Herkese ulaşacak mesaj elbette farklıdır. En çok yalnızlık içindeyken içimizden fışkıran yeni bir dünyanın mesajını veriyor kitap. Ya sende farklı bir Andromeda’ysan?
Andromeda isimli kitabınızı okur gözüyle yorumlar mısınız?
Okur gözüyle bakabilmek inanılmaz zor benim için. Kitap hem deneme hem öyküler ve anekdotların birleşimi olduğu için, “bu yazarın acaba kafası karışık mı” diyebilirdim ilk etapta.
Bir çırpıda okunup hayallerden düşüncelere doğru insanı küçük bir yolculuğa çıkarıyor. Bazen ise durup öylece insana kendini sorgulatıyor. Sözcükler sayfalarla dans ediyor, sayfalara sarılıyor, okuyucunun yüreğine ilişiyor. Bir kadeh şarap gibi Andromeda. Gün sonu yorgunluk sonrası bir içimlik “kendine geliş” gibi. Benim ilk göz ağrımı okurun gözünden ancak bu kadar yorumlayabilirim.
Yeni çalışmalarınız nelerdir?
Ben yazarak var olduğuma inanıyorum. Yazmak benim için yaşam boyu devam edecek bir süreç. Yeni birçok çalışmam var. Bir sonraki kitabımı psikolojik bir roman olarak düşünüyorum. Bunun yanında; öyküler, denemeler, makaleler yazmaya devam ediyorum. Benim amacım yazarken bir kişiye bile dokunabilmek, ruhuna erişebilmektir. Bu bana tarifi imkansız bir huzur, mutluluk veriyor.